Hepimizin kendimizi ifade etme şeklimizle bir sahne yarattığını hayal edin. LinkedIn tam olarak böyle bir platform: Sahne sizin, seyircileriniz ise profesyonel çevreniz ve sizi daha yakından tanımak isteyen insanlar. Bu sahnede yalnızca başarılarınız değil, hikayenizin tamamı ilgi çekiyor. Hangi zorluklarla başa çıktınız, hangi dersleri aldınız, kimlere ilham oldunuz? Her bir paylaşım sizi tanıtmanın, çevrenizde bir etki yaratmanın ve bağlantılarınızla güçlü bağlar kurmanın bir fırsatı aslında.
LinkedIn’de dikkat çeken paylaşımların temelinde samimi ve ilham verici hikayeler var. Bir kullanıcı gözünden söylüyorum, benim de okumaktan en keyif aldığım içerikler içten bir dille yazılmış hikayeler oluyor. İnsanlar profesyonel başarılarınızı öğrenmek isterken bu başarılara nasıl ulaştığınızı da merak ediyor. Sizi bu noktaya getiren kırılma anlarını, karşılaştığınız zorlukları ve bu zorlukları aşarken öğrendiklerinizi paylaşmanız okuyucuların sizinle bağ kurmasını sağlıyor çünkü karşınızdaki insan “O da bu yollardan, benzer zorluklardan geçmiş” diyebiliyor, sizinle empati kuruyor. Evet, empati. Bağ kurmanın, etkileşime girmenin en etkili yolu. İnsanlar kusursuz başarı hikayeleri yerine zorlukların içinden geçen, insani hikayelere ilgi duyar. “Mükemmellik” ütopyasından çıkmış, daha hayatın içinden hikayeler sunmalısınız bu nedenle.
Diğer yandan sektörel yenilikler ve trendler de LinkedIn’de dikkat çeken bir diğer içerik türü. Eğer bir alanda uzmanlığınız varsa veya sektörde dikkat çeken bir gelişme yaşandıysa bu konuda fikirlerinizi paylaşmanız sizi bilgi veren bir kaynak olarak konumlandırır. Tabii burada önemli bir noktaya değinmem gerekiyor: Salt bilgi vermek yeterli olmaz, mutlaka kendi görüşlerinizi ekleyerek okuyucularınıza bakış açınızı sunmalısınız. Şöyle bir örnek vereyim, “Son dönemde yapay zekâ teknolojileri sağlık sektörünü hızla dönüştürüyor. Gözlemlerime göre bu da hasta memnuniyetini ciddi oranda artırıyor” gibi yorumlar, kişisel katkınızla yazınızı daha ilgi çekici hale getirir. Bunu yaparken de dile hakimiyetiniz, hikâye anlatıcılığını ne kadar kullanabildiğiniz ve kelime bilginiz gibi unsurlar ön plana çıkıyor.
İçeriklerinizi planlarken format seçimine dikkat etmeniz de çok önemli. LinkedIn sadece metinlerin paylaşıldığı bir platform değil. Görsel odaklı içerikler, kısa ve bilgilendirici videolar veya dikkat çekici infografikler, farklı formatlar sayesinde mesajınızı daha geniş bir kitleye ulaştırmanızı sağlıyor. Hatta LinkedIn son güncellemeyle içerik türleri arasında çok önemli bir yeri olan dikey video akışını da bünyesine dahil etmişti. Bugün görsel içerikler, anketler ve kısa videolar etkileşim oranlarını artırmak için en ideal içerik türlerinden.
Tabii ki düzenli ve planlı paylaşım yapmak da tıpkı diğer platformlar gibi LinkedIn’in olmazsa olmaz kriterlerinden biri. Hep diyoruz ya “Tutarlılık” diye, bu yüzden paylaşımlarınızın sıklığını belirlerken “Ne kadar sık paylaşmalıyım?” kaygısı taşımamanız gerekiyor. Haftada iki ya da üç kaliteli içerik üretmek, sürekli paylaşım yapmaktan çok daha etkili diyebilirim. Ayrıca etkileşimi artırmak için en ideal zaman dilimlerini yakalamaya çalışmalısınız. Bu konuda daha yerel bazda düşünmek gerekiyor elbette. Mesela Türkiye’den konuşursak sabah 9-10 arası veya akşam 6 sonrası yapılan paylaşımlar diğer saatlere oranla daha fazla etkileşim alıyor. Bu saatler de bulunduğunuz ya da hedef kitlenizin bulunduğu ülkeye göre değişiyor. Bu arada LinkedIn’in iş dünyasına yönelik bir platform olduğunu unutmadan, paylaşımları hafta sonları değil de hafta içine yaymanın çok daha etkili olacağını söyleyebilirim.
En önemli noktayı unutmamanız lazım, o da samimiyet. LinkedIn profesyonel bir mecra olabilir ama bu duygularınızın gerçekliğini saklamanız gerektiği anlamına gelmez. Samimi ve içten bir dil, profesyonel çevrenizle kuracağınız bağları güçlendiren en önemli unsur. Yani içeriklerinizi hazırlarken amacınız her zaman “bağ kurmak” olsun. İnanın okuyucularınız bu bağı hissedecek ve paylaşımlarınızın bir parçası olarak bu bağa karşılık verecekler.